Belki de yanlis leyla

Masada karsilikli oturuyorlar. Kadinin onundeki cay bitmis, sekerlikle oynuyor. El aliskanligi aslinda oyle durumlarda tirnaklarini yer. Ama adamin acisindan hos olmayacagindan sekerlikle oynuyor. 

Onlarinki ölü dogmus bir iliski. Oldurma bir iliski. Kadin farkinda degil. Adam da farkinda degil daha, 2 hafta sonra fark edecek. Bir cumartesi kadinin elini tutacak, elini opecek, haftaya beni bekliycek misin diycek. Kadin utanip yok deyip sonra evet diycek. Ertesi gun adam istemiyorum yapamiyorum deyip gidecek. Kadin yakasina 1-2 hafta kadar yapiscak. Acitasyonun dibine vuracak. Adami zorliycak kalsin diye. Ama ahh be kizim ya, gidenin onunde durulmuyor ki… adam sonunda gidecek. Giderken de, kadina hayal kirikligi ve bir adami kendisiyle gorusmek icin zorlamak misyonunu birakicak. Aaa bide Kadina adamdan bi paket sakiz kalcak. Kadin da konustuklarinin aksaminda atacak sakizi. Biraz agliycak. Ama duzelecek. Kadin guclu. Kadin hayal kirikligina aliskin. Adam nasil derseniz, bilmiyorum. Adami tanimiyorum. Cayina kac seker attigini bilmek karsidakini tanimak anlamina gelmez ki… Gec ogrendik…

Ama Simdilik iyiler. Su saniye de, su anda iyiler. Birbirlerine sahipler
Kadin sekerligi masaya birakiyor. Adamin gozunun icine bakiyor. İlk defa birinin gozune hem bakma istegi duyup, hem de utaniyor. Kadin cok utaniyor. Adam gulumsuyor. Adam cok guzel gulumsuyor. Biraz daha gulumsese kadin daglari asabilir, colleri gecebilir. Kadin adama diyor ki 

Bak caniminici benim bu guzel suratimin altinda, lime lime bir cocukluk var. Ezilip gecilmis bir kalp var. Yillarin silemedigi yaralar var. Prozac var. Down sendromlu oldugu icin ananeme verilen kardesim var. Geceleri allaha hep sonu iyi geceler allahim diye biten dualar var. annemin evi terk edisleri var. Babamin verdigi tavizler var. Orta sondayken tek basima dershaneye gitmekten korktugum icin okudugum ayetel kursi ler var. Asagilamalar var. Marlboro blue ice var. Deli olma korkusu var. Ölen kardesimin vicdan azaplari var. Tek sucu beni sevmek olan adamlarin ahini almalar var. Kinadiklarini yasama korkusu var. İstedigim seyleri yapamamanin kirginligi var. Anneni idare ediceksin ceyda deyisler var. 5 yasinda 40 yasindaki adamin yukunu yuklenmeler var. 5 sene bekleyip en sonunda beni sevdigini soyleyen cocuktan korkup gitmelerim var. Ama en cokta idare etmelerim var. Pes etmelerim var. Terk etmelerim var, terk edememelerim var. Gideceksin biliyorum… Herkes gider. Ama kalbimi kirma. O kalp benim degil cunku geceleri allaha babam donsun lutfen, beni burda tek birakma allahim diye dua eden cocugun kalbi. Sen ki bitanem, tek kalmayi benden daha iyi bilirsin. Allah ki bizi bizden daha iyi bilir. Ondan sen bilmezken hep insallah olur deyislerim… 

Adam kadinin elindeki sekerligi cekip yana koydu. Kadin irkildi. Ne oldu dedi adam. Gulumsedi. Kadin da gulumsedi. Bisey yok dedi. Adam esnedi. Ya dedi sen kendini benim kollarima birak… Kadin icinden hayirlisi dedi…

The Awful German Language

Almanca öğrenmeyen kişi bu dilin ne kadar afallatıcı, kafa sıyırtıcı olduğunu anlayamaz. Şüphesiz başka hiç bir dil bu kadar kuralsız ve sistemsiz olarak ortaya çıkmamıştır. Öyle ki, anlamaya yönelik her girişim elinde patlamaktadır. Her girdikçe içine bu denizin, dalgalarla oradan oraya çaresizce savruluyor, nihayet bir kural, bir kara parçası, sağlam bir zemin buldum deyip soluklanmak istiyor ve heyecanla sayfaları çevirmeye başlıyor ama şu cümleyle karşılaşıyorsun; ” Aşağıdaki istisnalara dikkat edin!” listeyi inceleyince istisnaların kuralı anlatmak için verilen örneklerden daha fazla olduğunu görüyorsun. Hevesin kırılıyor. sonra tekrar güverteye koşuyor, yeni bir ağrı dağı aramaya koyuluyorsun ve bulduğunu sandığın şey yine dağılıp giden kum tepecikleri oluyor. Her defasında ismin korkunç 4 halini anladığımı düşündüğümde, iğrenç, umulmadık güçlerle donatılmış bir ilgeç (preposition) usul usul cümleye giriyor ve ayağımın altındaki zemini çekip alıyor.

                             Mark Twain – The Awful German Language


İspanyol paçalı elindeki berliner’den (Berliner: almanların üstü toz şekere bulanmış tatlı hamurun içine çilek marmelatı sürülmesi suretiyle meydana gelen ve fransızların kruvasanı ile aynı aynı misyona sahip donut) bir ısırık aldı. suratını ekşitti, yenebilecek gibi değildi. Tadı öksürük şurubuna benziyordu. İspanyol yemeklerin baharatlı ve kadınların kalçalı olduğu ülkeden geliyordu. Kendi ülkesi her ne kadar ekonomi, insan hakları ve çevre gibi konularında avrupadan  geride olsada, avrupadan ilerde olduğu tek nokta ‘mutfak kültürü’ydü. ispanyol içinden ‘aslında bunca türk döner işine gireceğine, türkiyeden ucuza kasa kasa Calpol alıp almanlara satabilirlermiş’ dedi. Bu yeni iş kolunu bulduğu için kendiyle gurur duydu. Ne yazık ki, artık 60larda değildi.

İspanyol Terminal 1’in içinde C platformunu arıyordu. Aslında sadece ‘C-Platform’ yazan tabelaları takip ediyordu. İlk başta merdivenlere doğru olan bu yönlendirmeler zamanla kendilerini ispanyolun sinirlerini zorlayan dönemeçlere bırakmıştı. Bir an kameralardan onu izleyen bir sürü alman bilim adamı olduğunu ve adeta labirentte peyniri arayan fareler gibi kendisinin üstünde sosyolojik bir deney yaptıklarını düşündü. Durdu. Alman bilim adamlarına göz dağı vermek istercesine, elinde tuttuğu berliner’i kameraya göstere göstere poşete, poşeti de sırt çantasına koydu.

Bir dönemeci daha tam geçerken, etrafta bihterin telefon müziği çalmaya başladı. ilerdeki standda duran siyah şaçlı bol kalçalı abla, saçları hafif açılmış göbekli abi ve ispanyol hemen kafayı kaldırıp bihterin çağrı sesine kulak verdi. O an terminalde her türk kendini yere atıp ‘ölüyorum anlasana. gözlerimin önünde birbirlerini seviyorlar. ben işkenceler içinde kıvranırken onların mutluluğundan ölüyorum. anne ben ölüyorum yardım et’ diye  aglamaya başladı. almanlar ve takım eibiseleri  boyle toplumsal ve herkesin tek yürek olduğu bir olayı en son 1945 yılında gördükleri için olaya çok bir anlam vermek istemediler. çok şükür ki, bu toplu sinemaskopik sahne  bihterin çagrı sesinin kendisine ‘alo’ olarak yanıt bulması ile son buldu. İspanyol yerden kalkıp allahtan almanlar ne olduğunu anlamıyor dedi. Daha sonra almanların bir fişleme metodu olarak aşk-ı memnuyu kullandıklarını düşündü. içi ürperdi. sen bihter ziyagilsin,aptal olma dedi kendi kendine, saçlarını olmayan rüzgarda savurup yürümeye devam etti. az sonra karşısına ‘C-Platform’ yazısı çıktı.

Yazının az ilerisinde bir adam gazete okuyor ve bikaç alman ellerinde çiçek buketleri ile bekliyordu. çiçekli almanlar ispanyolun yanına geldi. ispanyol ‘ Woodstock‘? ‘ dedi. yuvarlak gözlüklü çiçekli alman ‘çaktırma ona daha 6 sene var, neyse bu çiçekler senin en son 1963 yılında biri bu kadar sabırla işaretleri takip etmişti’ dedi. ispanyol ‘o kimdi’ dedi. alman ‘ein berlinerdi kendisi’ dedi. almanlar kendi arasında gülüştü. gazete okuyan adam gazeteyi yüzünden indirip  ‘so what’s the difference between ich bin ein berliner and ich bin berliner‘ dedi. ispanyol ‘ abbav kennedy’ dedi. az sonra bir alarm çalmaya başladı. almanlar çiçekleri yere bırakıp ‘arbeiten’lamaya başladı. Kennedy saatine baktı ‘ anyway I dont wanna miss my flight to dallas‘ dedi.  gazeteyi koltuk altına koydu, yerdeki bond tipi çantayı alıp şapkasıyla ispanyola selam verip hızlı adımlarla uzaklaştı. İspanyol arkasından bağırdı ‘ mükayet ol kendine oralarda’, ama kennedy duymadı.

İspanyol kyürümeye devam etti. bi yandan da germanwings diyor kendi kendine germanwings. ‘adamlarının firmalarının ismi bile insana o kadar güven, huzur veriyor ki, şeytan diyor evi arabayı germanwings’in üzerene yap’ diye ekledi. Aklına wolkswagen’nin (türkiye de voksvogen / alman semalarında ise voksvagın) üstün alman teknolojisi, almanlık, alman tekniği, almanya, ALMAN, ALMANLIK  key word’leri ile hazırlanmış sonu hep wir leben autos (yani almanız, araba yapmışız daha bişey dememize gerek var mı) sloganıyla biten reklamları geliyor. Karşıdaki check inde duran adama doğru gözlerini kısıp içinden ‘wir leben autos’ diyor. bakışı yakalayan adam da gözleriyle ispanyola eyvallah diyor. ispanyol da buna karşılık ahanda türksün galiba diye bakıyor adama.

İspanyol Air Berlin‘e pas vermiyor, Hamburg International‘ın yüzüne bakmıyor, Lufthansa‘nın ise adeta eski sevgili misali görünmeden önünden geçiyor. Derken kendini germanwings’in önünde buluyor. Germanwings’in checkin masasının önünde bir uzun boylu sarışın bir kadın oturuyor. İspanyol kadının yanına gidip ‘gutan morgan’ diyor. kadında ‘gutan morgan’ diyor. diyalog çok iyi başlıyor. ispanyol ‘ is the right place for the berlin fight?’ diyor. kadın duruyor ‘where’ diyor. ispanyol ‘berlin’ diyor. kadının hans nöronlarından oluşan beyninde bi karmaşa oluşuyor. berlin,berlin, berlin… kadının suratında 40 senelik almanım berlin diye bir yeri ilk defa duyuyorum ifadesi var. ispanyol ‘berlin’ diyor. kadın ‘berlin?’ diyor. sonuç yok. gutan morgan’la başlayan dialog adeta AB ilişkileri gibi tıkanıyor. kadının ‘ticket’ demesiyle ispanyolun elindeki son kalede duştu. ispanyol bileti uzattı. tam o an ispanyol  budapeste de farkında olmadan bilet satıcısına ‘yirmidört hour kart’ diye 20 kere söylediğini  hatırladı, satıcı en son ispanyola dönüp ‘yirmidört???’ dediğinde ne yaptıgını fark etmişti. kadına bi anda ‘beliiinnnn’ diye bagırdı. kadın ‘ja’ dedi. r harfındeki küçük değişiklik ispanyola check in yapma hakkını vermişti. az da olsa almanca anlasabilmiş olmanın gururuyla check in yaptırdı ve gate’ine gitti.

gate’in onundeki koltuklara oturdu. az ilerde belli ki, şirketçe bir toplantıya giden bir alman ekip şakalaşıyordu. geri kalan almanlar ise lap topları kucaklarında almanyaya hayırlı birer evlat olmaya çalışıyorlardı. birazdan almanca bir anons başladı. ispanyol ‘tövbe estagrufullah’ dedi, ‘zannedersin kadın fısır fısır kulağımıza almanca söylüyor bu ne seksilik ‘ dedi. daha sonra anons sustu. alman kadın yoruldu tabi, kolay değil o ses tonuyla dedi.  birazdan aynı seksi ses tonuyla türkçe bir duyuru başladı. abov dedi ispanyol. ispanyol televizyonda istanbul yada türklere ait birsey cıktığında ‘allah türk dedi’ diye sevinen insanların arasından geliyordu. sevinçten anonsun başını kaçırdı. en son duydugu şeyse ‘havalimanında anonsların seksi olması evrenseldir oldu.

 

 

 

 

 

 

 

 

Rüya

Hava kararmak üzereydi. Ardıç sürüsü kuzey güneye doğru göç ediyordu. Bunu hep yaparlardı. Geç kalmışlardı. Acele ediyorlardı. Sürünün en hızlısı ve lideri olan ardıç sürünün önüne geçti. Sürü ile arasındaki mesafeyi açtı. Daha sonra ardıç yere doğru dalışa geçti. Küçücük bedeninden beklenmeyecek kadar hızlı iniyordu. Üzeri çimenlerle kaplı toprağa çarpmasına az kala ufacık kanatlarını açtı ve toprağın hemen üstünden uçmaya başladı. bir an yukarıdaki sürüsüne baktı içinden ‘ iyi, hizayı bozmamışlar’ dedi. O sırada yerde gördüğü küçük bir taşı çevik bir hareket ile kaptı. yükseldi. Biraz ilerde ki kuyuya doğru çok daha hızlı uçtu. Kuyunun tam üstündeyken ağzındaki taşı kuyunun içine attı. Sürüsü onu geçmişti. Yetişmek için daha hızlı uçtu.

Küçük taş, boş kuyunun içinde sanki kaya parçasıymış gibi yankılana yankılana düştü. en son sert kurumuş yere çarptı. Birazdan üzerinde çizgili mavi pijamaları ile bir fare kuyunun dibindeki küçücük kapıyı ardına kadar açtı. Fare ‘ Kuşlara iş verirsen böyle olur. Bülbülü, güvercini, kumrusu , şahini, kartalı hepsi aynı. Bu kadar büyük taş atılır mı buraya. Bu kuyu kaç yüzyıllık bilmiyorlar tabi, bir gün yıkılıcak bu salak kuşlar yüzünden bizde altında kalıcaz’ diye söylene söylene taşı yerinden oynatmaya çalıştı. Ama beceremedi. ‘odet’ diye bağırdı. ‘odet’ dedi ‘kaldır o kıçını yataktan da bana yardım et, senin yüzünden geç kalmasını istemezsin değil mi ‘ dedi.

Birazdan kapının önüne öbürüne göre çok daha büyük olan siyah pijamalı bir fare geldi. ‘ Vica bazen tam bir başbelası oluyorsun, çekil ordan sanki taşıyabileceksin gibi bide geçmişsin oraya’ dedi. odet iki eli ile taşı zorlanmadan kaldırdı. Vica’ya dönüp ‘geçen sene ki leyleğin attığı taşı hatırladın mı’ dedi. ‘ unutmak mümkün mu can veriyorduk çıkartana kadar kuzenlerden yardım bile istemiştik,7 kişi anca taşıydık’ dedi. Vica kapının yanında asılı duran anahlarları aldı. bi tanesini seçerek kuyunun dibindeki bir başka kapıyı açtı. İnce, loş koridorda yürümeye başladı. Odette elinde taşla onu takip etti. biraz yürüdükten sonra vica karşılarına çıkan 2. kapıyıda açtı. kapı daha da loş bir koridora açıldı. odet ‘ bugün gene çöplüğe gidelim, işim bitmedi o yamuk ağızlıyla’ dedi. vica cevap vermedi. koridorun sonunda yuvarlak, karanlık kocaman bir delik vardı, deliğin üstünde de bir tabela vardı. Tabelada ‘cok teşekkürler odet ve vica’ yazıyordu . Odet taşı o delikten aşağı attı. Vica ‘ne kadar kibar bir kız değil mi’  dedi. odet cevap vermedi. Kuyunun dibine geri dönmek için yürümeye başladılar.

Ardıçın kuyuya, Odet ve Vica’nin da tünele attığı küçük taş deliğin içindeki karanlık tünelde sağa sola çarpa çarpa yuvarlanıyordu. Tünelin hemen yanındaki evin salonunda ki koltukta ‘haşerat’ gazetesini okuyan hamamböceği ‘ya bıktım bu sesten her akşam her akşam, bayırın öbür tarafına taşınıcam’ diye bağırdı. Ses en sonunda kesildi. Hamamböceği okumasına geri döndü ‘ kırıntılarda pahalanıyor’ dedi.

Küçük taş, odundan yapılmış bir büfenin üstünde duran terazinin üstüne düştü. Denge bozulunca kantarın topuzu sağ tarafa kaydı. Kayan topuz, yan rafta gergin bir şekilde duran yaya çarptı, ve yay önünde duran 12 adet yeşil-mavi-kırmızı miskete itti. Harekette başlayan misketler raf üzerinde kaymaya başladı. Hızla Kayan misketler rafta duran kitaplara çarptılar ve aynı hızla yerlerine geri döndüler, yayı gerdiler. Çarpmanın etkisi ile sağ tarafa çok hafif eğilen kitaplar rafın sonun da ağzına kadar su dolu bardağa hafifçe çarpıp yerlerine geri döndüler. Bardağın içinde sudan iki- üç damla yerde uyuyan şişman sarı tüylü kedinin üstüne damladı. O sırada tavandan düşen 3 tane su damlası bardağı gene doldurdu. Kedi ıslanınca hemen uyandı. ilk önce yattığı yerde gerindi daha sonra iki ayağının üstüne kalktı. size de günaydın odet ve vica dedi coşkuyla. Kedi gereginden fazla şişman ve  enerjikti. terazinin yanına gidip küçük taşı eline aldı. ‘Bernand sana çok teşekkür eder’ dedi. taşı terazinin öbür yanındaki devasa çin vazosunun içine attı.

Yattığı yerin yanında duran boş kovayı alarak, odanın duvarlarından birini kulagını dayadı. Yeri begenmeyip başka bir yeri dinledi. Karıncalar gene çalışmışlar dedı. kulagını başka bir yere dayayıp suyun sesini bulmaya çalıştı. durdu. Kovayı hemen yanı basına koydu. iki adım uzaklaşıp yere sertçe vurdu. Bir anda tavandan kovanın içine sular akmaya başladı. kovanın yarısı dolunca bernand ayagı ile tekrar yere vurdu. Dolan kovayı alıp odadan çıktı koridorda yürümeye başladı. büyük devasa bir kapının önüne geldiğinde elindeki kovadan biraz su eksilmişti. ağır kapıyı iterek açtı.

Kapı tam ortasında üstünde erlenler, balonjojeler ve tüpler bulunan devasa tahta bir masa, büyük bir lamba ve bir kazan bulunan odaya açıldı. odanın bir duvarlarında içinde, üstlerinde etiketler bulunan şişeler olan koca bir dolap vardı. Odanın duvarlarında yüz resimleri vardı ve duvara bakınca sanki milyonlarca yüz sana bakıyormuş gibi oluyordu.  Tavan o kadar yüksekti ki,nerde bittiği görünmüyordu ve yukarı doğru duvarlardaki milyonlarca yüz devam ediyordu.  Odanın karşı tarafına yürüdü bernand. yere eğildi. Elindeki kovadaki suyu duvarın altındaki küçük çatlaktan döktü. Sonra boş kovayıda alarak ‘ gideyim de biraz kahvaltı hazırlıyım’ dedi kendi kendine. hava iyice kararmıştı

Su çatlaktan ilerledi. içinde yaprakları kırmızı çanlar olan, küçüçük uykuya dalmış ağaçların ve kendinden büyük kıvırcık saçları olan bir kızın olduğu bir odaya geldi. kız şimdilik uyuyordu. su küçüçük ağaçların toprağına deydi. toprak sanki uzun zamandır görmediği sevgilisi gelmiş gibi suyu içine çekti. Uykuya dalmış küçük ağaçlar suyu hissedince boyunlarını kaldırdılar. Kökleri ile suyu çektikçe sevinmeye dalları ile dans etmeye başladılar. dans ettikçe çanlarından gelen sesler birbirine karıştı. Kız gözlerini açtı. üstündeki mavi işlemeli yorganı fırlatıp, yatakta ayağı kalktı. ‘akşam olmuş’ diye ağaçlarla dans etmeye başladı. Bir süre sonra durdu. yataktan indi. terliklerini giydi.yüzünü yıkadı ve kendinden büyük kıvırcık saçlarını topladı. odadan çıkarken ağaçlara ‘sabaha kadar çok yaramazlık yapmayın bakalım’dedi.

Kız öbür odaya geçti. Duvarlardaki resimlerin her birine bakıp ‘günaydın’ demeye başladı. günaydın, sana da günaydın ve sana da günaydın sarı saçlı çocuk diye devam etti. Az sonra bernad elinde bir tane elma ile odaya geldi. Kıza ‘sen onlara her günaydın dedikçe daha çok uykuları geliyor biliyorsun dimi? ‘ dedi. Kızın cevap vermesine zaman tanımadan elindeki elmayı kıza attı. Kız elmayı son anda yakaladı. kız ‘tamam o zaman işimize bakalım sevgili bernand’ dedi.

o sırada tavandan acaip sesler geldi. Bernand kafasını yukarı kaldırdığında sanki tavan yükseliyormuş gibi hissetti. kız ‘ yeni doğanlar ve ölümler eklendi sanırım ‘ dedi. bernand ‘gene doğumlar ölümlerden fazla olmuş’ dedi. Kız elmadan bir ısırık aldı. Masaya doğtu yürüyüp elmayı masaya bıraktı.

Bernand dolabı açıp içindeki renkli şişeleri masanın üzerine yığmaya başladı. Kız da bernadın yığdığı şişeleri üstlerindeki etiketlere bakarak kazana dökmeye başladı. yaklaşık 20 farkı şişedeki sıvıyı döktükten sonra kız masanın üstündeki makası alıp şaçından bir tutam kesti. bernard’ a dönüp’ iyi ki çabuk uzuyor saçım’ dedi. benard güldü. kızın saçları o kadar kabarık ve çoktular ki yarısını kesseler bile fark eden birşey olmazdı. kız kestiği şaçlarıda kazana attı.

Bernand ile kız kazanın başında beklemeye başladı. Az sonra Kazandan yavaş yavaş sarı, kırmızı, mavı, ördek yeşili, gül kurusu gibi renklerde dumanlar çıkmaya başladı. kız’ bernand bu toz pembenin kokusu aynı pamuk şekeri gibi, bu kime giderse rüyasında çok güzel şeyler görücek kesin’ dedi. bernand ‘ da ‘ saks mavisi duman da kime giderse korkunç bir gece geçircek orasıda kesin, bozuk balık gibi kokuyor ‘ dedi. Kazandan odanın her yerine farklı farklı renklerden dumanlar yayılıyordu. Duvardaki her yüze farklı renkli bir duman temas ediyordu. Duman bir kez o yüze dokununca, duman sanki yüzün içinde kayboluyordu. Odanın içi renk cümbüşüydü. Toz pembe bir duman 8 yaşında olduğu her halinden belli bir yüze değince kayboldu. güneş sarısı bir duman ise 20’li yaşlarında çilli bir yüze dokununca kayboldu. Zaman ilerledikçe havaya dolduran dumanlar birer birer kayboldu. En son vişne çürüğü bir duman nereye gideceğine karar verdi ve duvarın üstlerinde ki 89 yaşındaki bir kadının yüzüne sindi. Bütün dumanlar gitmişti. Kız durdu. Bi anda ‘ İYİ SABAHLAR HEPİNİZE’ diye bağırdı sonrada ‘ bernand hadi dışarı çıkalı’ dedi. Masanın üstünden elmasını alıp kocaman bir ısırık aldı. kız bernand’a ‘hadi kapıya kadar yarışalım’ dedi ve koşmaya başladı.

Bernand kocaman sarı bıyıklarını elleriyle düzelti. Kafasını yukarı kaldırdı ve ‘iyi gecelr insanlar’ dedi. Koişmaya başladı.

Alice harikalar diyarinda

Bazen dedi keske diyorum ki magazalarda kiyafetler yerine siluetler, dis gorunusler olsa gidip onlarca, guzel oldugu tescillenmis kadinin gorunusunden birini secsen. Ne biliyim mesela, Magazadan gidip o herkesin en cok begendigin kadinin gorunusunu kredi kartina 6 taksitle bir kutu kurabiyeye harmanlanmis olarak alsan…. bir baska dukkanda ruh satsalar kirilgan, anac, asi, cekici, dusunceli, azimli, sicakkanli,gulec… Bir insanin isteyebilecegi her ozelligi barindiran ayni ruh, sonra o ruhu kucuk,sevimli parfum siseleri icinde satin alsan dedi.

Sonra devam etti. Evden cikacagin zaman o kurabiyelerden birini yesen ve kurabiyenin icine saklanmis o herkesin sevdigi kadinin siluetine kavussan, parfum sisesini sıkıp o cok para verip aldigin mukemmel ruh, senin aciz ruhunun ustune sinse. Disarda da senin gibi hem ic hem dis guzellikleri tescillenmis kadinlar ve erkekler olsa … Butun gun senin gibi mukemmel beden ve mukemmel ruha sahip onlarca insan gorsen mesela

Aksam eve geldiginde, soyunup kendin olman gerektiginde gene bir dukkandan aldigin ve hala taksidinin bitmedigi sutten kalan son bardagi icsen. Zaten aksam olana dek ruhun ucmus gitmis olsa gerek. Bi anda kendi haline donsen. Belki Daha kolay olurdu dedi.

“Ne” dedim “ne daha kolay” olurdu.

” İnsanin kendini kandirmasi daha kolay olurdu” dedi “Mukemmel sensin, gelinebilecek ust nokta yok. İcindeki, disindaki her cirkinlik boyanmis. Farkliliklar yok. Bu mukemmellikle yalan soylemek ne kadar da kolay olurdu. Sen herkes olmussun. Herkes seni yutmus. Ogutmus. Herkes seni birakmis. Sen herkese ait olmussun. Tum bunlar olsaydi, simdiki gibi “başka” olmanin acisini cekmezdin, Kafanda susturamadigin dogru, yanlislar olmazdi.

Ve O zaman insan daha kolay alisirdi kendini kandirmaya, degil mi? “

Mail bekleyenler

Maile cevap geldi mi diye bilgisayarını açtı. Çok değil bundan yaklaşık yarım saat önce staj yapmak istediği yerin müdürüne üstünde yaklaşık 3 saat düşündüğü, imla hatalarına dikkat ederek yazdığı, 3 paragraflık bir maili yazmıştı. Aslında kendi yazmış sayılmazdı geleceğin özel kalem müdürleri de diyebileceğimiz doğuştan mail yazmaya yetenekli iki arkadaşına yazdırmıştı. Zaten asla yazı yazmayı seven biri olmamıştı, i ile ı’ nin farkını hala çözemeyen biri olarak sağa sola mail atma işi onun için çok meşakkatliydi. Cevap maili gelmemişti. Yoğun olmalı herhalde koskoca müdür sonuçta dedi kendine.

Kapı açıldı içeri döpiyes giymiş bir kadın ‘Mail bekleyen hanım, yarın ki toplantı için verileri hazırladık CV’niz, neden bu şirketi istiyorsunuz, hobileriniz hepsi içinde ayrıca maili attıgınız kişinin daha önceki konuşmalarını youtube’dan bulup nasıl bir stajyer istiyor onları da ekledik’ dedi. Mail bekleyen oturduğu  sandalyeden ayağa kalarak ‘tişikirlir canımcım otur da sana bir kahve söyleyeyim’ dedi. döpiyesli kadın ‘aman dedi müdürüm olur mu, hem işler var yapmam gereken daha periyodik güncelleme rapo…’ derken Mail bekleyen sözünü kesti. ‘ya kız bırak sen mi kurtarcan buraları hep allahın adını verdim otur az soluklan’ dedi.  Döpiyesli kadın tereddüt ederek yatağa oturdu. Mail bekleyen tekrar sandalyeye oturdu. eee dedi  Mail bekleyen ‘ ne yaptın biraz tempomuz hızlı gidiyor ama son sene ondan hep bunlar, ya inşallah yormuyorum seni de’ dedi. Döpiyesli kadın ‘olur mu Mail bekleyen hanım, biz sonuçta ne final dönemleri atlattık ‘ dedi. Mail bekleyen ‘ doğru diyorsun bu işler bitince sana izin vericem kafa izni dinlen azcık’ dedi. Döpiyesli kadın gülümsedi ‘sağ olun müdürüm’ dedi.

ohoo bak hiç duyuyor mu? diye bağırdı bir ses. Mail bekleyen baba dedi dalmışım mail gelmedi hala. babası ‘ gelir gelir merak etme sen ‘ dedi bi yandan odadan çıkarken ‘ hemen herşeyide kafana takıyon alla alla biraz tevekkül etcen böyle bişey yok….’ dedi. Her geçen dakika sesi odadan daha da uzaklaşıyordu.

Mail bekleyen yazdığı maili tekrardan okudu. ulan dedi içinden bayada etkileyeyici mail aslında tonla staj var, okulumda iyi tabi beni alcaklar dedi. Arkadan bir ses ‘ hacı bölmek istemem ama orda senden bin kat girişimci sosyal adamlar vardır sen mı alcaklar dedi. Mail bekleyen arkasını döndü karşısındaki alnı sivilce tarlası olan kolları sündürülmekten uzamış, dombik pijamalı tipe baktı. Mail bekleyen ‘senin ergenliğine tükürüyim ben dedi gene gelmişsin’. pijamalı ‘gelcem tabi sana mı sorcam ne yapcagımı , olum sen daha yeni tanıştığın insanlarla konuşamıyon adamlar seni mülakata çağırınca ne diyecen yok bide oaraya girişkenmiş yazmış, neticemin girişkeni’ dedi. Mail bekleyen eline terliğini aldı ‘senin agzını kırarım düzgün konuş benle’ dedi. pijamalı ‘kanka bak ben senin iyiliğini istiyorum daha geçen hoca ile konuşmaya gittiginde ne olduğunu hepimiz gördük’dedi. Mail bekleyen ‘kanka deme lan bana, heyecanlandım ne yapıyım koskoca hoca karşımda’ dedi. pijamalı ‘lan hamamböceği gibi hissettin kendini yalan mı? zaten kim sana niye iş versin sümsük, aç kalırsın sen bu kafa ile’ dedi. Mail bekleyen ‘sümsük anandır’ dedi elindeki terliği pijamalıya attı.

Mail bekleyen hala beklıyordu. iş çıkışına fazla kalmadı dedi. bugün atsın cevabı ne olur,  haftasonuna kalmasın oyy şiştim dedi. Balkondan sesler geldi. oha dedi ne oluyoruz. kalkıp balkonun perdesini açtı, kapıyı açıp dışarı çıktı. hişşt dedi biri. Mail bekleyen aşagıya baktıgında motorsikleti ile duran sırt çantalıyı gördü. Sırt çantalı ‘ne yaptın’ dedi. Mail bekleyen ‘ ne yapıyım staj görüşmesi için mail attım cevabını bekliyorum’ dedi. Sırt çantalı ‘staj mı? ya kızım ben sana kaç kere dedim şirketler seni sömürecek diye, gençsin hadi kap sırtçantanı avrupaya gidelim, amerikaya ne biliyim kalmayalım burda ya, ben şirkette ömrümü geçirmek istemiyorum böyle olmayacak demiştin bana okul biticek yurtdışına gitcez okumaya demiştin’ dedi.  Mail bekleyen ‘ ya yapma böyle para kazanmalıyım biliyorsun, hem o kadar kötü değil ki güzel güzel girer çalışırız mis gibi zaten kesin değil beni alcakları’ dedi. sırt çantalıyı ‘sana inanamıyorum. lan sen küçükken dergilerden sevdiğin yerlerin resimlerini kesip bırıktıren adamdın ne ara bu hale geldin’ dedi.  Mail bekleyen cevap vermedi. Sırt çantalı motoruna atlayıp gözden kayboldu. Mail bekleyen ‘o güzel hayaller motorlarına atlayıp gittiler’dedi, gülümsedi. içerden babası bagırdı ‘kız kapa o camı üşüdük hep ceryan oldu’. Mail bekleyen ‘peki’ dedi. Kapıyı kapatıp sandalyesine oturdu.

Saat 16.39 gösterirken ve Mail bekleyenin umutları giderek azalırken mail kutusuna bir adet mail düştü. Mail bekleyen maili açtı. sadece ‘ yarın saat 9 için ajandam müsait görüşmek üzere’ yazıyordu. Mail bekleyenin 6 saatte yazdığı 3 paragraf yazıya karşılık müdür sadece bunu yazmıştı. ‘ajandanın müsait olması… vay be ‘dedi Mail bekleyen ‘vay benim bir ajandam yok’. pijamalı ‘hamamböceği gibisin, kafka seni anlatmışşsa demek ‘dedi sesini davudi yapıp ‘ Mail bekleyen bir sabah kendini dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulur ‘ dedi odanın içinde o catlak sesi ile çıkardığı kahkahası duyuldu. 

Alarmı kapattı. Zaten heyecandan uyuyamamıştı. kalktı. yüzünü yıkadı. kahvaltı etti. saat daha altıydı. Yeni aldığı şık elbisesini giydi. Üstündeki kumaş elbise ile aynaya baktı. Karşısında kendi yokta başka bir kadın vardı. Mail bekleyen lan dedi bu ben değilim hiç. daha sonra elbiseyi çıkarıp bol paça pantalon ve hep giydiği siyah üstü giydi. daha rahattı. çantasını aldı. kapıyı kilitleyip evden çıktı.

Otobüs- Vapur-Otobüs-Otobüs yolunu izlerek 3 saat kadar sonra şirkette vardı. Aklına otobüste yanına oturan ingiliz kadın geldi. kadın durup kocasına ‘ bu nasıl ülke 45 dakikadır yoldayız hala varamadık demişti.  Mail bekleyen gülmüştü kadına çok. 45 dakika istanbulda hiçbir seydi. dönen kapıdan içeri girdi. Kapıdaki görevliye kiminle görüşmek istediğini söyledi.  adam biraz beklemesini söyledi. Az ilerdeki kırmızı 3lü koltuğa oturdu. karşısındaki koltuğa da pijamalı, döpiyesli ve sırt çantalı oturdu. hepsi bekliyordu.

Bekleme ile geçen 15 dakikanın sonunda adam yukarı çıkabileceklerini söyledi. asansöre bindiler. tam kapı kapanıcakken asansöre aşırı minyon ve bununla doğru orantılı bir sevimlilikteki kız bindi. minyon tüm sevimliliği ve dinamikliği ile günaydın dedi. adamla Mail bekleyen aynı dinamiklikle günaydın dedi. bu dinamiklik  Mail bekleyene çok yabancıydı. götünü kaldırıp mutfaktan su almaya üşenen bir insan için bu dinamiklik fazlaydı. ama oynamaya devam etmeliydi. minyon ‘siz yeni başladınız sanırım hangi bölümdesiniz dedi. minyonun gözleri parlıyordu. kendi kafasında anlatcak yeni bir dedikodu bulmuştu, hemde o kadar da dinamik olmayan bir dedikodu.  Mail bekleyen canlı bir şekilde  ‘yok ben staj için geldim’ dedi. içindeki son dinamikliği kullanıyordu 4 vesaitle buraya gelmişti. nefes alıyor olması bile mucizeydi. Asansör durdu. iyi günler deyip indiler. adam müdürün kapısını gösterdi.  Mail bekleyen,  pijamalı, döpiyesli kadın ve sırt çantalı odaya doğru yöneldiler.